Geceler bitmek bilmiyordu hiç… Saatler uzadıkça uzuyordu
yokluğunda… Karanlık öylesine hâkimdi ki, yalnızca bugünüme değil yarınlarıma
da vuruyordu gölgeleri… Ben bu gölgelerde kaybettim hep yolumu… Kime ait
olduğunu hiç bilmediğim gölgelerden korktum hep gecelerin zayıf aydınlığında…
Ve öylesine hain bir karanlık çökmüştü ki üzerime… Ay ışığı bile sönüyordu
hüznümde…
Öylesine çaresiz hissediyorum ki kendimi… Oysa karanlıktan
öylesine korkuyordum ki… Karanlık yalnızlıktı çünkü… Karanlık ayrılık… Ve daha
ne varsa acıya dair… Daha ne varsa yürek dayanmayan… Her şeye gebeydi
karanlıklar… Oysa böyle olmamalıydım… Korku nedir bilmezdim ben oysa…
Yalnızlıktan ve ayrılıklardan öylesine doluydu ki yüreğim… Öylesine alışmıştım
ki acıya… Ama yokluğuna bir türlü alışamamıştım… Yokluğunda yok oluyordum bütün
varlığımın aksine…
Ve uzayan yokluğunu hatırasıydı bütün bu korkularım… Kim
bilir belki de suçlusu benim bu yangının… Evet; aslında ben yakmıştım bütün
gemileri… Ben seçmiştim bu yazgıyı… Oysa sen hiç olmamıştın zaten…
Ben bir türkü tutturmuşum aslında kendi halinde… Aysız
gecelerde taşa çalamadığım yüreğimi de katık etmiştim yanına… Ve bu yola
çıkarken ”Oralar soğuk olur yavrum…”diyen bir annemde yoktu bana… Bir başıma
olmayı ben seçmiştim… Yalnızlığı, soğuğu ve ölümüne karanlığı…
Bir türkü tutturmuşum, gamlı gecelerin, gamlı gecelerin
aşağıda ki karanlıklar da. Bu türkü belki de çok geç kalınmış bir sabahın
türküsüydü… Çok geç kalınmış sabah… Öylesine uzun sürmüştü ki… Güneşin
sıcaklığıyla gelen sabah bu kez çok geç kalmıştı…
|