Ben sadece ‘Son Durak’ olmak istedim. Öyle yeni falan değil, kenarları pas tutmuş hatta yaşını unutmuş bir son durak… Belki bir tren garı, belki de milyonlarca insanın yanından geçerken bile farkına varmadığı, yeni yetmelerin ilk gençliklerinin ilk aşklarına, ilk öpüşlerine tanık olmuş bir durak. Durdukça eskiyen ama kendine ait tarihi olan bir yer… Ama ardıma dönüp baktığımda ya o yeni olduğunu sanan ruhsuz durakların birinin yanındaki çöp kovası olmuşum ya da alelade bir ara durak. Geleni geçeni bol olan ama üzerinde sadece gelen giden insanların olduğu, kalanların hiç uğramadığı, ayyaşların bile üzerinde uyuklamadığı bir yer…
Üzerimden basıp geçenler ve içimdeki bankta oturanlar farkıma varmamış benim. Uzun uzadıya beklememiş bekleyenler beklediklerini. Saniyeler sürmüş gelenlerin gitmesi ya da gidenlerin geri dönüp evlerine yürümesi… Bense hala kocaman vagonların yürüdüğü bir tren garı belki de yük gemilerinin uğrak yeri olan bir liman olmanın beklentisindeyim. Ama unutuyorum hızlı trenlerin varlığını ya da gemilerin artık bana uğramadan geçtiğini… Belki denizi sevsem de gemilerin nereden geçip geçmediğini bilmediğimden tökezliyorum. Yüzmeyi unutan bir gemiciden ne kadar iyi bir denizci olur ki zaten? Biliyorum, derin soluklu susmalar yaşayacağım bundan sonra ya da birbirine asla bağlanmayan karmaşık cümleler edeceğim bir dolu… ‘Ben’ i çözmeyi çalışırken kurduğum karmaşık cümleler, insanları kaygılandıracak delirdiğime dair… Oysa ki artık delirmeyeceğim, dünyanın sırrına eren bilim insanları gibi içime akıtacağım bütün duyduklarımı, dinlediklerimi, söylediklerimi… Hayat bana ne verirse alıp koyacağım avuçlarıma. Beni unutsa da yukarıdaki Büyük Patron ya da avuçlarım yansa da acısından, büyük, kızarık ve kabarmış ellerimle duracağım bu sefer yaşam denenin karşısında… Senin bana söyleyeceklerin varsa benim de sana gösterecek ellerim var diyebileceğim, içimde bir yerlerde derin bir sızıntı olsa bile… O çatlağı da kapatırım ellerimle, yaşama ya da yıkılmaz yaşama gücüme inandığımdan değil, sadece ellerimin gücüne güvendiğimden… Her ne kadar kabarmış, kızarık ve acıyor olsalar da, kalp dediğin yumruk kadar bir şey, sığar avuçlarımın içine, dolar o sızıntının olduğu yer de…
Vedalar içre vedalar ediyorum kendime, çoğu zaman hayallerime… Trajikomik bir tiyatro oyunu gibi her şey, kalem yazanın elinde ama her kötü şeyin içinde ince bir kara mizah…Gülüyorum çoğu zaman en sahte kahkaham ya da en masum gülümsememle… Artık ben de karıştırır oldum gerçi hangisi gerçek hangisi sahte diye… Başımın ve ruhumun üstünde bir yerlere kaldırdım içimde yaşattığım küçük bir çocuğun, umutlanmalarımla beni oynatmaması için… Bu zamanda ve bu zamandan sonra inanmamalıyım ona, bense artık çayım, vs. tam olsa da hayatımda eksik bir şeyler olduğunun farkında…